Sandık Sizin, Medya ve Meydanlar Bizim, Anlaştıkmı?
Lincoln’un ifade ettiği gibi demokrasinin kavramı ittibariyle kolay, fakat uygulanması zor bir olgu” olduğunu Mısır’da yaşananlar bir kez daha gözler önüne sermiştir. Mısır’daki darbe, yakın tarihte canlı yayınlanan ender askeri darbelerden biri olarak tarihe geçmiştir. Muhammed Mursi 1 Temmuz 2012 tarihinde Mısır’ın 5. Cumhurbaşı ve halk tarafından seçilerek yönetime gelen ilk Cumhurbaşkanı olarak Mısır tarihine geçmiştir. 3 Temmuz 2013’te ise Mursi askeri bir darbeyle yönetimden uzaklaştırılmıştır. Peki, neden Mısır’ın ilk defa halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanına karşı askeri darbe yapılmıştır?
Bu sorunun cevabını bulabilmemiz için Haziran 2012 seçimlerine bakmamız gerekir. Bu seçimlerle Mısır 30 yıllık Mübarek rejiminden kurtulduktan sonra ilk defa yeni bir meclis oluşturulmuştur. Meclisin çoğunluğunu Müslüman Kardeşler üyesi milletvekilleri oluşturuyordu. Bunun yanı sıra diğer gruplar da Meclis’te temsil ediliyordu. Fakat meclis 3 ay kadar sonra askeri bir kararla feshedilmiştir. Aslında Mısır’da Mübarek sonrası ilk askeri darbe meşru meclisin asker tarafından feshedilmesiydi. Asker ne amaçla ve hangi yetkiye dayanarak meclisi feshettiği ne açıkladı ne de açıklama gereği duydu. Müslüman kardeşler dışındaki gruplardan da tek bir ses dahi çıkmadı.
Meclisin feshi aslında cumhurbaşkanı adayı olan Muhammed Mursi’ye ve Muslüman kardeşlere gönderilen bir mesajdı: “Biz Mübarek’ın askerleriyiz” tarzında. Hatırlanacak olursa seçim sonuçlarının açıklanması bir hayli geçikmiştir. Muhammed Mursi’nin rakibi Ahmet Şefik’ti. Ahmet Şefik 1996-2002 yılları arasında hava kuvvetleri komutanıydı. Anlaşılacağı gibi eski rejimin adamları tasfiye edilmiş değildi. Uzun bir pazarlık sonrası (ki bana göre öyle olmuştur) kesin seçim neticesi açıklanmıştı ve zafer Muhammed Mursi’nindi.
Muhammed Mursi’nin yönetime gelmesi yaklaşık bir asır boyunca zulüm gören Müslüman Kardeşlerin yönetime gelmesi anlamı taşımaktadır ki bu, Mısır’ın hem Afrika hem de Ortadoğu’da söz sahibi olması anlamına gelmekteydi. Mısır’ın bu rolü üstlenmesine karşı olan ve Mursi’yi hazmedemeyen İsrail, ABD, Saudi Arabistan, BAE (Birleşik Arap Emirlikleri) ve Avrupa Birliği, Mursi yönetime geldikten kısa bir süre sonra düğmeye bastılar. 5 Ağustos 2012 yılında 15 Mısır askeri İsrail tarafından katledilmiştir ve bölgede tansiyon bir hayli yükselmiştir. Ardından Kasım ayında İsrail Gazze’yi bombalamıştır. Yine Kasım ve Aralık aylarında Mısır’da Mursi’ye karşı gösteriler başladı ve yeni Anayasanın referanduma sunulması engellenmeye çalışılmıştır. Nitekim Anayasa daha sonra %72 oyla kabul edildi. Göstericiler ise yaklaşık bir ay süre sokakları ve Mısır’ı harabeye çevirdiler. Talepleri Mursi’nin istifasıydı. Artık Mısır yönetilmez hale gelmişti. Çünkü en ufak bir gelişmede halkı sokaklara döken muhalefet ve bazı karanlık noktalar oluşmuştur. Söz konusu muhalefet, belli ki bazı Arap ülkeleri ve İsrail tarafından finanse edilmekteydi.
Diğer mühim bir nokta da Mısır’da 2011 yılında eski rejime karşı protestoların başladığı tarihte Etiyopya hükümetinin Nil nehri üzerinde yapılacak 20 milyar dolarlık bir projeyi ilan etmesiydi. Etiyopiya zaten bir ekonomik krizle boğuşuyor ve tüccarlar dışarıdan mal alabilmek için döviz bulamıyorlardı. İsrail Ortadoğu’da artık dengelerin aynı kalmayacağı ve Mısır’da eninde sonunda Musluman kardeşlerin yönetime geleceğini anlamış olmalı ki Mısır’ın ekonomik açısından can damarı olan Nil nehri üzerinde Etiyopya’nın baraj yapma projesini ileri sürmüştür. Söz konusu baraj uluslararası antlaşmalarına da aykırı olmasına rağmen Mısır iç meseleleriyle boğuşurken Etiyopya süratle barajı tamamlama gayretindedir.
Diğer bir konu ise şudur: Eskiden beri Arap milliyetçiliğinin öncüsü olduğu düşünülen Mısır halkının Ortadoğu’da söz sahibi olması diğer Arap ülkelerini rahatsız etmiştir. İsrail’in Gazze saldırılarını Mursi sert bir dille eleştirmiş ve artık bölgenin eski bölge olmadığı söylemiştir. Bu durum Arap ülkelerini rahatsız etmiş olmalıdır ki bugün Mısır’daki darbecilere peş peşe tebrik mesajları yolluyorlar.
Diğer yandan, Mübarek dönemindeki protestolar ve daha sonraki Mursi karşıtı gösteriler Mısır ekonomisini derinden etkilemiştir. Muhammed Mursi buna rağmen IMF’nin kredi teklifini reddetmiştir. Bugünkü dünyamızda IMF ile iş birliği yapmamak bir ölüm kalım meselesi halini almıştır. Kanaatimce Türkiye’deki Gezi olayları ve Brezilya’da halen süren gösteriler IMF ile ilişkilerin sürdürülmemesiyle yakından alakalıdır. Yine hatırlanacak olursa 28 Şubat sürecinin başlaması da Erbakan hocanın ekonomik politikaları ve söylemleriyle yakından alakalıydı. Erbakan hocanın benimsediği havuz sistemi bankacıları korkutmuştu.
Gezi’de toplananlar da Erdoğan’ı hedef aldılar çünkü artık bankalar devletten %0.5 faizle borç alıp %50-60’la tekrar devleti borçlandıramıyorlar. Refahı yükselen bir kesim var ki bu kesim bir asır boyunca ezilmiştir. Keza 11 Nisan 2002’de de Venezuella’da protestocular “Chavez gitsin” diyorlardı. Çünkü Chavez ülkesinin en büyük petrol şirketini millileştirdi ve petrol gelirlerini ülkesinin vatandaşlarına ve fakirlerine dağıtıyordu. Ezilen halkın refahı yükseliyordu. Nihayet protestocular cumhurbaşkanlığı sarayı basmış ve asker yönetime el koymuştu. Chavez ise tutuklanmış ve bir adaya götürülmüştü. Darbeciler aynı gün hükümeti kurdular lakin darbe burada noktalanmamıştı. Chavez yandaşları ertesi gün sokaklara döküldü ve yapılan darbeye karşı çıktılar. Darbeciler darbenin sürdürülemeyeceğini anlayınca hepsi ABD’ye kaçmış ve Chavez de iki gün sonra makamına dönmüştür.
Artık sokakları hareketlendirmek kolaylaşmıştır. Çünkü hem medya hem de dışarından gelen paralar kolay bir şekilde halkın bir kısmını sokağa dökmektedir. Ayrıca OTPOR gibi merkezler de sokağı hareketlendirmek için gündemi yoğun olan ülkelerin protestocularını eğitmektedir. Gezi’deki eylemcilere kesilen trafik cezalarının bir hesaptan ödenmesi, Taksim’deki marketlerden yabancı para birimiyle alışveriş yapılması veya CNN ve BBC’nin Gezi’den kesintisiz canlı yayın yapması tesadüf müydü? Venezuella’da 11 Nisan 2002’de asker yönetime el koymadan günlerce öncesinden darbe sonrası televizyonda verilecek mesajın CNN tarafından kaydedilmesi tesadüf müydü? Nitekim Chavez ve Erdoğan’ı seven kitleler bu azınlığın antidemokratik yollarla meşru hükümeti devirip yönetime el koymasına izin vermemiştir. Mursi ise onlar kadar şanslı değildi. Meclisi yok, devlet kurumları sistemi tıkamış, muhalefet ise ne yönetime katılmak istiyor ne de demokrasiye saygısı var. Meclis seçimleri yapılsın deniliyor, kabul etmiyorlar. Mursi, gelin yardımcılarım olun diyor gene kabul edilmiyor. Demek ki bu iş çoktan tasarlanmıştı. Hepsinin sloganları aynı. Söz konusu liderlerin ekonomik politikalarının yıllarca dışlanmış yoksullara menfaat sağladığı ve oturarak milletin malını hortumlayan ve halkın %10’unu bile oluşturmayanlara karşı dik durdukları için bu liderler hedef alındılar. Mısır, Venezuella ve Türkiye’deki medyaya baktığımızda hepsi aynı dili konuşmasa da aynı mesajı taşıyorlar: “BU LİDER GİTSİN, HALKI BÖLÜYOR, HALKA İHANET EDİYOR, DİKTATÖR”.
Peki neden 3 Temmuz’da bu darbe yapılmıştır? Çünkü Erdoğan’ın Gazze ziyareti bugünlerde gerçekleşecekti, hem de Mısır üzerinden. Mavi Marmara’dan iyice rahatsız olan İsrail ve ABD belli ki Erdoğan’ın Gazze ziyaretine izin vermemektedirler. Bu aynı zamanda Erdoğan’a da bir mesajdır.
Bu işte en çok kazancı olan bana göre ABD’dir. Çünkü hiç bir kuruş harcamadan bir darbe gerçekleştirmiştir. Mısır’daki darbenin Araplar tarafından finanse edildiği önümüzdeki senelerde belgelenecektir.
BU, tüm gelişmekte olan ülkelere AÇIK BİR MESAJDIR: “SANDIĞI İSTİYORSANIZ ALIN, MEDYA VE MEYDANLAR BİZİMDİR”.