Fakirlik | Senan Azimov
Allâhu Teâla herkesi rengine, milletine[1], dinine[2] ve bu gibi diğer özelliklerine göre farklı var ettiği gibi, onları mal, durum bakımından da farklı yaratmıştır. Müslüman her zaman her var olan şeyde hayrın olduğunu düşünerse, fakirlik ve zenginlik hikmetinin de farkına varmış olur. Allâhu Teâladan hakkı ile korkan büyüklerimizin, Allahın sevgisini kazanan Peygamberlerden, sıddıklara, şehitlere, velilere kadar insanların hayatta en çok kaçındıkları aslında zenginlikti. Allahın vereceği zenginliğin hakkını vermekten ve onu hakkı ile harcamamaktan korkma endişesiydi. Tabii ki Rabbimiz gerçek zenginliği tarif ederken, çoğu zaman bu nimetin insanları azgınlık ve isyanlara yöneltmesiyle sonuçlandığını ifade ediyor:
“Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşlarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz. ”[3]
Aslında hakkı verilmeyen bütün nimetler insanlığı hayra götürmemiş, götürmesi de düşünelemez. Nedense hayatta her şey zıddı ile var olmaktadır, keder sevinç, varlık darlık, rahatlık sıkıntı, özgürlük kölelik, fakirlik ve zenginlik. Her şey zıddı ile değer kazanır, kölelik geçirmeyenler bağımsızlığın, kederi duymayanlar sevincin, fakirliği görmeyenler de zenginliğin kadrini bilmezler. Maalesef bu gün bile ümmet olarak iyisi ve ya kötüsü ile bu zorlukların, fakirliğin acısını yaşıyoruz. Hamd olsun Rabbimizin verdiği sıkıntı değil, ümmet olarak ümmetsizliğimizden, umursamazlığımızdan kazandığımız bir fakirlik, gerileme ve üzüntülerdir söylediklerimiz. Zengin petrolü, doğal sevetleri olan ve bütün dünyayı servetleri ile barındıran ülkelerimiz bir kaç yüzlerle ihtiyaçlı kardeşlerimizi barındıramıyor. Zekat, sadaka hamuruyla yoğrulan Ümmeti Muhammed olarak bu gün nedense nefse dayanan ibadet ve islam anlayışını aşamıyoruz. Namaz dinin direğidir, namaz kılan kurtulur, Ramazan ayların sultanıdır, oruç tutanlar için özel bir Reyyan kapısı hazırlanacak, sayısız umre ve hacc ziyaretlerimiz de yanımızda, komşumuzda, aramızda acısı ile kıvranan dünyaca fakir, rabbi katında zenginlerin en zengini olan müslüman kardeşlerimizi umursamamız da bu nefsaniyyetin kalıntılarıdır nedense. Tabii dünyada oynanan oyunlar hep aynı merkezden olduğu için bakışımız da, yaşamımız da, dini algılayışımız da farklılaşmış, modernleşmiş ve ya farklı şekil, tarz almıştır. Bu farklılıklar bizleri o kadar uzak salmış ki, artık arkadaş ve düşman ayrımı, dindaş ve başka din mensuplarını da ayıramaz hale gelmişiz. Her şeyin en güzelini hakk eden müslüman kardeşlerimiz, dünyada o kadar değersizleşmiş ki, günlük haberler her gün en azından 30, 40 şehid verme sevinci ve kederi ile paylaşmak zorunda kalmıştır. Bir taraftan cennet sevincini yaşatan bu müjdeler, neden hep bizlerden olmalı diye aslında her birimizi çok düşündürüyor? Gerçi düşündürmüyorsa düşündürmeli, zira oynanan oyunun yarın bizler de oyunuları olacağımız kesin! Bu yönetimler belli ırk, ülke, mezhep tanımazlar ama tanıdıkları tek şey müslüman nüfuzu, şerefi, ırzı, namusu, iman korkusu ve sevgisidir.
“Onlar: Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır, diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler. ”[4]
Fakirlikten bahs edecektik ama, nedense her şeyin içine siyaset girdiği için hakiki fakirliğin de siyasetsiz anlatmanın imkansız olduğunu anladık. Allah Resulu (s.a.v.) ahirete yönelik fakirleri tarif ederken gerçek fakirin kiyamet günü bütün hasenatlarının diğer insanları gıybet ettiği ve çekiştirtiği için giderek, hayır defterinde hiç bir şey kalmayan, başka bir hadisi şerif de fakir olup bu halini hiç kimseye belirtmeyen birisi gibi ifade ediyor.[5] Bu dünyada varlığa varlığı ile bağlanmamayı ifade eden Rasulümüz ümmeti için korktuğu 3 şeyden biri de zenginlik ve dünya malına[6] tapmalarıydı. Dünya nimetlerinin sadece bu geçici hayatı yaşamak için bir amaç değil, araç gibi tarif eden Peygamberimiz bu büyük korkusunu, bir tarafın açlıktan, diğer tarafın tokluktan öleceği müjdesini bildiği için üzüntü ve acıyla dile getirmiştir. Bunun üzerine veren el, alan elden üstündür buyurarak, her zaman veren el olmaya da çağırmış ümmetini. Manevi anlamda zenginlik sonuç itibariyle maddi zenginliği de getirir, işte bu birleşik zenginliğe ihtiyac duyuyor olmalı ümmeti müslimin. Maddi dünyanın maddi tapınağından kurtulmak için, bu zenginliği manevi yapımız ve zenginliğimizle temellendirmeli ve boşlukları zamanında doldurmamız gerekir ki, küçük boşluklar büyük çöküntülere sebep olmasın. Bir ata sözünde ifade edildiği gibi, “Dama-dama göl olar.”(O da artar sel olar…)
Her zaman her yazıda, her konuşmada beni düşünderen bir ilginç olay var. Bu dertlendiğimiz derdi dile getirtikten sonra, sadece kelimeler, bezemeli, hitabet güzelliği ile farklı kalan ders ve önerilerimizle sözümüzü bitirmemizdir. Sanki artık ben söyledim, benden geçti, bana ne? diyerek, her şeyi söylediklerimize, mesajı ilettiklerimize yüklüyoruz. Gerçek örnek olan Allah Rasûlu tebliğini, görevini böyle mi yaptı acaba?! İbadetleri anlatarak dediğimi yap, yaptığımı yapma diyerek söylediklerine de, yaptıklarına da dikkat etmemizi mi belirtti? Yoksa ilk önce yaparak canlı bir misali, örneği olarak derdini yaşadı, söylediğini uyguladı ve sonra mı talep etti ümmetinden? Soruları nefsimize ünvanlıyorum, yapacağımız her hangi bir şeyi küçük görmeden, içinde olduğumuz zenginliğin, islam nimetinin, iman şüûrunun farkına vararak, hakkı hakk sahibine verelim. Okur yazar niteliği ile bu yetkisi olmayanlara ümmi muemalası yapmadan, okur yaşar nimetini kazanarak bunun idrak ve şüuru ile yaşayalım. Gerçek başarı samimiyyet ve Allahın rızası ve razılığı ile olan işlerde ve isteklerde kazanılır biliyoruz.[7]
Sonuç itibariyle çevremizde yaşayan müslüman kardeşlerimizin acı ve üzüntüsünü görmekte, umarım görmezden gelmeyiz. Bu gün zenginlerimizden ne kadar da nimetlerinin hakkını almak zor olsa da, kalbi ile zenginlik nurunu taşıyan kardeşlerimiz en azından aylık geçimlerinden bir 1/40 zekatı misalında sadaka taksimi ve ya ayırımı yapsınlar. Fakirken Allahın zenginlik vereceyi halde malının zekatını, sadakasını vereceğini kanıtlama niteliğinde olacak bu bağışımızla yüzleri, gönülleri sevinmeyen ihtiyaç ve zaruretlerle boğulan milletinden, memleketinden, ırkından, mezhebinden de farklı olmayan müslümanları, sonra da insanları sevindirelim. Bunu az da olsa devamlı edelim, zira Allah katında da amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır.[8] Rabbim her birimize ona ümmet olmayı, dinine sahip çıkan hakiki kul ve ona kulluk bilinci ile bütün diğer kulluklardan azat olma sevincini ve nimetini nasip etsin.